Sağlığın Tıbbileştirilmesi
- drmahmutsansal
- 23 Eki
- 15 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 24 Eki
Doç.Dr.Selin Atalay
İzmir Bakırçay Üniversitesi
İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi, Sosyoloji Bölümü
Dünya Sağlık Örgütü (WHO, y.y.), anayasasında sağlık kavramını “yalnızca hastalık veya sakatlığın olmaması değil, fiziksel, zihinsel ve sosyal yönden tam bir iyilik hâlidir” şeklinde tanımlamaktadır. Sağlık bu anlamda bireyin varlığını bireysel düzlemde en iyi olacak şekilde sürdürmesini sağlayan bir haldir. Günümüzde sağlık büyük ölçüde biyomedikal sağlık modelini merkeze alan modern tıbbın egemenlik alanı çerçevesinde kavranan bir duruma dönüşmüştür (Atalay, 2023). Biyomedikal modelin temelinde Descartes’in (1596–1650) zihin ve bedeni birbirinden ayrı alanlar olarak tanımlayan pozitivist felsefesi bulunmaktadır (Turner, 2011b). Bu bağlamda ilk olarak bu modelin düşünsel temellerini oluşturan Rene Descartes’ın fikirlerini ele almak faydalı olacaktır.
1- Kartezyen ayrım
Descartes’ın fikirlerini öne sürdüğü dönem öncesinde sağlık, genellikle bütüncül bir yaklaşım içinde ele alınmış; ruh, beden ve çevrenin etkileşimi temelinde değerlendirilmiştir. Antik Yunan’da Hipokrat ve Galen’in sağlık anlayışları, doğa felsefesi ve element teorileriyle bütünleştirilmiş, hastalık ise bedenin dengesizlik hali olarak görülmüştür. Orta Çağ’da ise, sağlık daha çok din alanı üzerinden ele alınmış, ruhsal iyilik haliyle ilişkilendirilmiştir (Turner, 2011). Orta Çağ’ın sonuna kadar Batı dünyasında herhangi bir bireysel şikâyet hem doğal hem de ruhsal faktörlerin bir birleşimi olarak değerlendirmekte insan, beden zihin ve ruhun ayrılmaz bütünlüğü temelinde ele alınmaktaydı (Longino, 1998).
Descartes’a göre zihin (res cogitans) ve beden (res extensa) birbirinden bağımsız iki tözdür. Descartes (1996, s. 187) ruhun bedenden ayrı var olabilecek bir töz olduğunu dile getirmektedir: “…gene de bir yandan yalnızca düşünen ve uzamsız bir şey olmam ölçüsünde kendimin açık ve seçik bir ideasını taşıdığım için ve öte yandan bedenin yalnızca uzamlı ve düşünmeyen bir şey olması ölçüsünde seçik bir ideasını taşıdığım için açıktır ki bu ben -eş deyişle beni ben yapan ruhum- bedenden gerçekten ayrıdır ve onsuz var olabilir". Descartes’ın düşüncesinde maddenin subjektif olandan arındırılması mümkün olmuştur; saf madde incelenmeye açık hale gelmiştir. Doğa gibi beden de karşılaşılan bir nesneye dönüşmüştür. Ruh, bilinç ve spiritüel unsurlar gibi faktörler soyut karakterleri nedeniyle analiz dışında bırakılmaktadır. Hastalığın odak noktası bedendir ve beden, yalnızca fizyolojik bir organizma olarak tasavvur edilmektedir (Longino, 1998).
Descartes’in düşüncesinde beden bir makine olarak görülmektedir: “ İlk olarak kendimi bir yüzü, elleri, kolları ve bir cesette de görülen ve beden adı ile belirttiğim bütün bir etten ve kemikten oluşmuş makinesi olan birşey olarak ayrımsadım” (Descartes, 1996, s. 147). Descartes’in mekanist beden anlayışı 19. ve 20. yüzyıllarda tıp bilimlerinin doğa bilimlerine yakınlaşmasını sağlamıştır. Bu anlayışa göre, beden bir makine, hastalık ise bu makinenin işleyişindeki bir arıza olarak görülmeye başlanmıştır. Biyomedikal model, hastalığın yalnızca biyolojik bir temeli olduğu fikrini temel alarak, ruhsal ve sosyal faktörleri büyük ölçüde dışlamış ve tıbbı bedene hapseden bir yaklaşıma sürüklemiştir (Turner, 2011b).
2- Biyomedikal modelin özellikleri
Modern tıbbın temelinde Kartezyen ayrım merkezli biyomedikal model yer almaktadır. Biyomedikal model geçtiğimiz 300 yılda tıp alanındaki egemen düşünme şekli olmuştur. Bu modelin temel varsayımlarını şu şekilde özetleyebiliriz:
1- Beden parçalardan oluşmuş bir bütündür. Hastalık ise bu bütünlük içinde bir ya da birden fazla parçada ortaya çıkan, bir bozulma durumudur. Teşhis sürecinde bu bozulmanın tam olarak nerede gerçekleştiği belirlenmelidir (Atalay, 2023).
2- Bir kişinin sağlıklı olup olmaması objektif olarak tanımlanabilecek bir durumdur. Bireyin subjektif bedensel durumundan bağımsız bir şekilde kişinin sağlık durumu sağlık uzmanları tarafından tanımlanır. Bu tanım nesneldir, olgusal niteliktedir ve değer yargılarından bağımsızdır. Bu bağlamda ele alınan hastalık durumunda teşhis ve tedavi süreçlerinde doktor/uzman otorite konumunda aktif, hasta/birey ise otoriteye tabi olan kişi olarak pasif konumdadır (Atalay, 2023).
3- Biyolojik normlar herkes için geçerlidir ve ‘normal’ olan istatistiksel anlamda ortaya konulur. Bir organın ya da organ grubunun sağlıklı olması insanın ‘türsel tasarımına’ uygun şekilde işlemesine bağlıdır. Buna bağlı olarak hastalık da “bir ya da daha fazla işlevsel yetiyi, türün tipik yetisinin altına düşüren bir içsel durum türüdür”(Björklund, Svensson, & Read, 2006, s. 142).
4- Hastalığa müdahale geçmişte kullanılan bitkisel ya da doğal çözümleri dışlayacak şekilde ancak, kimyasal (ilaç) ya da fiziksel (ameliyat) yöntemler aracılığıyla gerçekleştirilir. Sağlık biyokimyasal durumla ilişkili iken hastalık yalnızca teknolojik yöntemlerle tedavi edilir (Ho & Bylund, 2008).
5- Bu modelde sağlık, hastalığın olmaması durumu olarak görülmektedir (Giddens, 2012).
Sağlık ve hastalığın yalnızca fiziksel olmadığı, duygusal, bilişsel ve durumsal etkilerle ilişkili olduğu fikri üzerine kurulu olan biyopsikososyal model ve birbirine bağlı parçalardan oluşan bir bütünlük anlayışını benimseyen, hastalığı önleyici pratiklere yoğunlaşan ve hastaların aktif katılımıyla sağlanan bir denge ya da homeostaz durumunu hedefleyen bütüncül model, biyomedikal modelden farklılaşmaktadır (Ho & Bylund, 2008). Biyomedikal model temelinde işlerlik kazanan modern tıp yakın dönemde birçok farklı alandan gelen düşünürlerin fikirleri temelinde eleştiriye konu olmuştur.
2.1- Ivan Illich ve özerklik vurgusu
Bir filozof olan Ivan Illich (1926- 2002), sağlığın kavramsal temelini şöyle açıklamaktadır: “kuramsal biyologların 'bir organizmanın içsel durumlarını çevresel koşullara uyarlama konusundaki özerklik düzeyi ve... (insan sağlığı söz konusu olduğunda) bu uyumu daha keyifli ya da daha etkili hale getirme amacıyla bazı çevresel koşulları bilinçli olarak değiştirme çabası' olarak tanımlayacağı şeye karşılık gelen, gündelik dilde kullanılan bir kelime” (Illich, 1975, s. 78). Buradaki özerklik vurgusu, günümüzde tıbbi alanın diğer toplumsal alanlar üzerindeki egemenliğini sorunsallaştırmaktadır.
Illich, modern tıbbın işleyişinin, sağlığı bozucu ve bu anlamda kendi amacına ters düşen sonuçları olduğunu dile getirmektedir. Üç düzeyde iatrojenez ortaya çıkmaktadır:
1- Klinik iatrojenez: Klinik iatrojenezde tedavi sürecinde ortaya çıkan bozulmalar söz konusudur. Bu düzeyde ortaya çıkan hastalıklar, belirli bir tedavi protokolünün uygulanması sebebiyle ortaya çıkmaktadır. Burada geçmişte zanaatkar konumda, hastayı tanıyan doktorun bir tekniker gibi hareket etmesine sebep olan koşulların etkili olduğu belirtilmektedir. Tedavinin gayri şahsileşmesi ile yanlış tedavi iddiasında bulunan kişilerin sayısı artmaktadır. Yanlış tedavi, etik bir sorun olmaktan çıkıp teknik bir sorun haline gelmiştir. Bu düzeyde gerçekleşen iatrojenez, hastane mikronu ya da ilaçların sebep olduğu yan etkiler gibi bozulmaları da kapsamaktadır (Illich, 1976).
2- Toplumsal iatrojenez: Bu düzeyde gerçekleşen iatrojenezde tıbbi uygulamaların, çeşitli tıbbi alanlarda tüketici eğilimlerinin yoğunlaşmasına sebep olan hastalıklı bir toplum yarattığı öne sürülmektedir. Toplumsal iatrojenez toplumun tıplaştırılması/ tıbbileştirilmesi ile ilişkilidir. Sağlık hizmetinin kurumsal örgütleniş biçiminden kaynaklanan çeşitli sosyo-ekonomik dönüşümler toplumsal iatrojeneze sebep olmaktadır. Illich’e göre (1976, s. 50) toplumsal iatrojenez “Tıbbi bürokrasi, stresi artırarak, bağımlılığı sakatlayıcı biçimde çoğaltarak, yeni ve acı verici ihtiyaçlar yaratarak, rahatsızlık ya da acıya karşı tahammül düzeylerini düşürerek, birey acı çektiğinde ona tanınan hareket alanını daraltarak ve hatta kişinin kendi bakımını üstlenme hakkını ortadan kaldırarak sağlıksızlık yarattığında ortaya çıkar”. Toplumsal iatrojenezle birlikte acı ve ölüm deneyimleri toplumdan soyutlanmakta, hastanelere kapatılmakta ve ailenin tıbbileştirilmesi ile birlikte ailelerin böylesi deneyimleri birlikte yaşaması engellenmektedir (Ivan Illich, 1976).
3- Kültürel iatrojenez: Kültürel iatrojenez onu çerçeveleyen toplumsal iatrojenezle ilişkili bir şekilde gerçekleşmektedir. Burada bireylerin kendi sağlıklarını ele alma biçimi bir mühendislik çabasına, ‘iyi sağlık’ üretilen bir metaya dönüşmektedir. Bu düzeydeki iatrojenez, gündelik hayatı düzenleyen anlam çerçevelerinin bozulması ile ilişkilidir. Özerklik kavramı burada anlam kazanmaktadır. Tıbbi hizmetin sunulma biçimi bireylerin gündelik hayatta karşılaştıkları zorluklar, yaşadıkları güçsüzlük ve acı ile özerk bir şekilde baş etme yetilerinin körelmesine sebep olmaktadır. Bireylerin gerçeklikle yüzleşme kapasiteleri azalmaktadır. Acı, sakatlık, ağrı ve ölüm, tıbbın çözüm yaratabileceği teknik sorunlar olarak kodlanmakta, bu bağlamda gündelik yaşamın kıyısına itilmekte ve yaşamı değerli kılan bu insan deneyimleri metalaşmaktadır. Kültür bireylerin böylesi sorunlarla yüzleşebilmesini sağlayan binlerce yıllık deneyimin sonucu ortaya çıkan anlam çerçevesi iken bu çerçevelerin yerini tıbbi açıklamalar almakta bireylerin kendi kendini iyileştirme özerkliği ve itkisi onların elinde alınmaktadır. Bu anlamda ölümün metalaşması gerçekleşmektedir. Illich’e göre her toplumda ölümün toplumsal karşılığı sağlığın toplumsal karşılığını belirlemektedir (Illich, 1976).
Özetle üç seviyede gerçekleşen iatrojenez için Illich (1976, s. 46) şöyle demektedir: “İlk olarak, organizmanın başa çıkma kapasitesinin yerini dışsal bir yönetimin almasıyla ortaya çıkan klinik iatrojenez; ikinci olarak ise, bireylerin, ailelerin ve mahallelerin kendi içsel durumları ve çevreleri üzerinde denetim kurmalarını sağlayan koşulların ellerinden alınmasıyla ortaya çıkan toplumsal iatrojenez. Kültürel iatrojenez ise tıbbi sağlık inkârının üçüncü boyutunu temsil eder. Tıbbi girişim, insanların kendi gerçekliklerine katlanma iradesini zayıflattığında devreye girer".
2.2- Fritjof Capra ve sistem anlayışı
Bir fizikçi olan Fritjof Capra (1939-) modern dönemde bilime egemen olan paradigmanın Newtoncu-Kartezyen bir evren tahayyülü ile ilgili olduğunu ve bu durumun sağlık alanında karşılığının da mekanik biyomedikal model olduğunu öne sürmektedir (Atalay, 2023). Capra (1986, s. 71) fizik alanındaki gelişmelerin felsefi düşüncenin gelişiminde önemli etkileri olduğunu dile getirmekte, günümüzde fizik alanındaki paradigma değişimi için şunu önermektedir: “Klasik, mekanik ve indirgemeci dünya görüşünün yerini; tüm çağların ve geleneklerin mistikleri tarafından benimsenen görüşe benzer şekilde, bütüncül, organik ve dinamik bir bakış açısı almalıdır”. Capra fizik alanında egemen olan Newtoncu anlayışa paralel şekilde sağlık alanında bedenin mekanik model çerçevesinde ele alındığını belirtmektedir. Günümüzde evren farklı nesnelerden oluşan çeşitliliği kapsayan bir makine olarak değil, parçaların birbiri ile olan etkileşimi çerçevesinde tanımlandığı bir organik bütünlük olarak görülmektedir. Fiziğin evreni tanımlama biçimi birbirinden ayrılmaz, sürekli hareket halinde etkileşimli bir evrendir ve gözlemci bu evrenin ayrılmaz bir parçasıdır.
Capra’ya göre tüm canlılar sürekli değişim karşısında kendini her daim yeniden inşa etmektedir. Bu anlamda canlılar kendiliğinden iyileşmekte, yenilenmekte ve çevredeki değişime uyum sağlamaktadır. Burada bir hemostaz yani dinamik denge süreci söz konusudur. Bu bağlamda Capra (1978, s. 151) sağlığı şöyle tanımlamaktadır: “Organizmanın fiziksel ve psikolojik yönlerinin yanı sıra doğal ve toplumsal çevresiyle etkileşimini de içeren dinamik bir dengenin sonucu olarak ortaya çıkan bir iyilik hali deneyimi”. Bu anlamda hastalık da bir dengesizlik durumu olarak ele alınabilir. Özellikle stres söz konusu olduğunda hastalığın temellerini anlamak önem kazanmaktadır. Kişiler yaşamlarında stresle sağlıklı bir şekilde baş etme yolunda mekanizmalar geliştirmediğinde bilinçli ya da bilinçdışı bir yerden hastalanmayı seçebilmektedir. Burada söz konusu olan herhangi bir hastalık kişinin iç dünyasındaki dengesizliğin yansıması olan bir mesaj olarak görülmektedir. Böylesi bir mesajın dikkatli bir şekilde değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu anlamda Capra, tedavi süreçlerinde psikoterapinin önemli bir rolü olduğunu öne sürmektedir.
Capra tüm bu bilgiler ışığında sağlık alanında bir Sistem anlayışına gereksinim olduğunu dile getirmektedir. Capra’ya göre kişinin denge hali her zaman doğal ve toplumsal çevreye kritik biçimde bağlı olduğundan, bu çevreden bağımsız mutlak bir sağlık düzeyinden söz edilemez. Capra bireyin sağlığı konusundaki yegâne otorite konumunda olması gerektiğini savunurken, bütüncül bir anlayış temelinde çevresel etmenlerin önemine vurgu yapmaktadır. Bu bağlamda bireylerin sağlıklı olabilmesi adına Capra (1986, s. 153) aşağıdaki önlemlerin alınmasını önermektedir:
• “Sağlıksız ürünlerin reklamlarına yönelik kısıtlamalar;
• Sağlık tehlikesi yaratan birey ve şirketlere yönelik 'sağlık vergileri';
• Yoksulluk içindeki geniş kitlelerin eğitim, istihdam, medeni haklar ve ekonomik düzeylerini iyileştirmeye yönelik sosyal politikalar;
• Sanayinin daha besleyici gıdalar üretmesini teşvik edecek beslenme politikaları;
• Organik tarım yöntemlerini destekleyen ve geliştiren yasaların çıkarılması”.
2.3- Vicente Navarro ve kapitalist sistem eleştirisi
Vicente Navarro (1937- ), sosyolog ve siyaset bilimcidir. Navarro, sağlığın kapitalist sistemin etkileri göz ardı edilerek ele alınamayacağını ve genel olarak sağlık alanında gerçekleşecek herhangi bir iyileşmenin ancak kapitalizmin sağlığı bozucu etkilerinin değerlendirilmesi yoluyla sağlanabileceğini dile getirmektedir. Günümüz toplumlarında sağlığı bozan etmenler stres, vardiyalı çalışma, çevre kirliliği, gıda güvencesizliği gibi piyasa işleyişine, karın arttırılmasına yönelik çabalarla ilişkilidir (Navarro, 2009).
Kapitalist toplum, bireyci yapısı ile sağlığın bireysel bir düzlemde ele alınması durumunu getirmiştir. Böylesi bir sistemde hastalıkların çevresel ve yapısal nedenleri göz ardı edilebilmekte hastalık bireysel sorumluluğa indirgenmektedir. Sistemin bireyci temeller üzerine kurulmuş olması aynı zamanda tedavi süreçlerini de etkilemektedir. Sigara endüstrisinin işleyişi bu durum için iyi bir örnek oluşturmaktadır. Kar maksimizasyonu temelli işleyen sigara piyasası karşısında yasalar ya da toplumsal değişikliklere yönelik gerekli aksiyonlar alınmamaktadır (Turner, 2011a).
Ayrıca Navarro tıp alanının kendisinin de bir piyasa alanı gibi işlediğini öne sürmektedir: “Kapitalizm, toplumun tıbba artan bağımlılığından iki temel yolla çıkar sağlamıştır: (1) Bireyci tıbbi modelin yaygınlaştırılması ve tıp mesleğine yüksek statü verilmesi, toplumsal nedenli sorunlara antidepresan ilaçlar gibi kişiselleştirilmiş çözümlerin benimsenmesini teşvik etmiştir; (2) tıbbi tüketim ürünlerinin artan kullanımı ise kârları artırmıştır. Bu ürünleri üretme ve pazarlama gücüne sahip olanlar (örneğin tıp mesleği ve ilaç endüstrisi), yalnızca artan tüketimden ekonomik kazanç sağlamakla kalmaz, aynı zamanda bu ekonomik kazanç onların toplum içindeki baskın konumlarını sürdürmelerine hizmet eder (Ballard & Elston, 2005, s. 232).
Kapitalist sistemin güncel aşaması olan neoliberalizm, devletin geçmişte sunduğu hizmetlerden çekilmesi ve bu alanların piyasa işleyişine tabi kılınması ve tamamen rekabet temelli işleyen bir toplumsal yapının ortaya çıkmasını öngörmektedir. Neoliberalizm kar zarar hesabı yapabilen ve kendi seçimlerinin sonuçlarına yönelik sorumluluk taşıyan bir ekonomik insan tahayyülünü merkeze almaktadır (Atalay, 2021). Bu bağlamda sağlık alanında özelleştirme artmakta, bireyler sağlığı bir yatırım alanı olarak görür hale gelmektedir. Navarro’ya göre neoliberalizmin sağlık alanındaki yapısal etkileri şöyle özetlenebilir: “Kitlelerin sağlığına ilişkin kamusal sorumluluk azaltılmakta; sağlıkta ‘seçim’ vurgusu artmakta; ulusal sağlık hizmetlerinden sigorta bazlı sağlık hizmeti sistemlerine geçilmekte; tıbbi bakımda özelleştirilme eğilimi artmakta; hastaların müşteri olarak ele alındığı bir söylem ortaya çıkmakta; bireyler sağlık alanında daha fazla bireysel sorumluluk taşır hâle gelmekte, davranışsal etkenlerin önemine yapılan vurgu artmaktadır” (Atalay, 2023, s. 200).
2.4- Sağlığın tıbbileştirilmesi
Biyomedikal model temelli işleyen modern tıbba yöneltilen eleştirilerden bir diğeri tıbbileştirme tezi/tartışması temelinde ortaya çıkmaktadır. Tıbbileştirme terimi 1970’lerde ortaya konulmuş olsa da sürecin 17. yüzyılın sonu, 18. yüzyılın başlarında Batı ülkelerinden çıkmış olduğu belirtilmektedir (Dew, Scott, & Kirkman, 2016). Foucault’ya göre tıbbileştirme modern kapitalizm ve devletin ortaya çıkışına paralel bir şekilde gerçekleşmiştir (Bell & Figert, 2012).
Tıbbileştirme, toplumsal bir alanın tıbbi terimlerle ele alınması, herhangi bir durum ya da davranışın bozukluk olarak, bu durumu sergileyen kişilerin de hasta olarak görülür hale gelmesi sürecidir. Bir durum daha fazla tıbbileştirilebileceği gibi tıbbi olmaktan (demedicalisation) çıkarılabilir. Tıbbi olmaktan çıkarılan durumlar arasında belirli engellilik durumları, doğum ve eşcinsellik yer almaktadır (Conrad, 1992). Conrad (2013), tıbbi olmaktan çıkarılan durumların varlığını yadsımasa da bu sürecin daha çok tıbbileştirmeye yönelik işlediğini ve gün geçtikçe daha fazla alanın tıbbi hale geldiğini savunmaktadır. Furedi (2006) tıbbileştirmeyi davranışın patolojikleştirilmesi olarak ele almaktadır.
Tıbbileştirme sürecinin aşağıdaki adımlar temelinde gerçekleştiği söylenebilir:
1- “Daha önceden tıp alanı içinde yer almayan herhangi bir durumun ya da etkinliğin tıp alanına dahil edilmesi söz konusu olur.
2- Tıp alanı içine dahil edilen böylesi bir durumu sergileyen insanların, bu durumlarından dolayı cezalandırılmaması ve dışlanmaması ve bu duruma yönelik bir tedavi yöntemini benimsemesi sağlanır.
3- Bu tedaviye yönelik kararların tıp bilgisi üzerinden bir egemenlik alanına sahip sağlık profesyonelleri tarafından verilmesi gerekliliği ortaya çıkar” (Atalay, 2023, s. 205).
2.4.1- Tıbbileştirmenin kaynağına ilişkin tartışmalar
Tıbbileştirmenin kaynağı, itici gücüne ilişkin tartışmanın iki farklı temelden gerçekleştiği görülmektedir. İlk görüşe göre tıbbileştirme yukarıdan aşağıya doğru işleyen bir süreçtir. Tıbbi emperyalizm adı verilen bu tezi öne sürenler arasında fikirlerine öncesinde değindiğimiz filozof Ivan Illich bulunmaktadır. Szasz ve and Laing gibi düşünürlerin eleştirileri daha çok psikiyatri alanına yönelmiştir. Burada mevcut akıl sağlığı modeli eleştirilmektedir (Bell & Figert, 2012). Psikiyatrik bozuklukların tanılanmasında dünya genelinde kullanılan Amerikan Psikiyatri Birliği el kitabı The Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders (DSM) yıllar içinde güncellenmektedir. “1968 ile 1994 yılları arasında, ABD’nin tanı sistemi olan Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabı (DSM), 180 ruhsal hastalık kategorisinden 350’nin üzerine çıkmıştır” (Davis, 2010, s. 211). Ruhsal bozukluk olarak görülen ‘anormal’ olarak tanımlanan durumların aslen kişilerin anormal durumlara verdiği normal tepkiler olduğu öne sürülmektedir.
Tıbbi emperyalizm tezine göre tıp profesyonelleri “uzmanlaşmış tıbbi bilgi ve beceriler üzerindeki tekelleşmiş denetimi; halk arasındaki tıbba bağımlılığı beslemesi; ve anormallik olarak tanımlanabilecek alanları tıbbi müdahaleye açık hale getirme konusundaki artan yetisi” çerçevesinde gün geçtikçe daha fazla alanın tıbbi hale gelmesine sebep olmaktadır (Ballard & Elston, 2005, s. 233). Feminist teorisyenler de benzer şekilde tıbbın, kategorize etme yetkisini kullanarak büyük ölçüde kadın bedenin kontrol altına alınmasına sebep olduğunu ileri sürmektedir. Bu eleştirel bakışa göre hamilelik ve doğum gibi durumlar gün geçtikçe daha fazla hastalık olarak ele alınmakta ve kadınların bu durumlara ilişkin binlerce yıldır biriktirdikleri kültürel bilgi yok olmaktadır (Bueter, 2017).
İkinci görüşte toplumsal yapının gün geçtikçe karmaşıklaşması ile birlikte tıbbileştirmeyi tek yönlü ve kaynaklı bir süreç olarak ele almak yeterli görülmemektedir (Ballard & Elston, 2005). Tıbbileştirme ilk görüşün ileri sürdüğünün tersi istikamette, yani aşağıdan yukarıya doğru ilerleyen bir süreç olarak görülmektedir. Bu durum geçmişte uysal ve pasif konumdaki hastanın bir teşhis arayışında olan uzman/aktif hastaya dönüşmesi ile ilişkilendirilmektedir (Hafferty, 2006). Tarih boyunca bireyler gündelik yaşamı düzenleyen bir otorite ve bir açıklayıcı çerçeve üzerinden hayatlarını kurmuştur. Geçmişte bu açıklayıcı çerçeve dinsel iken günümüzde tıbbidir. “Geçmişte din, aile, hukuk yoluyla sağlanan, toplumda kabul görmeyen toplumsal davranışların sosyal kontrolünün, günümüzde artan bir şekilde tıp alanı tarafından gerçekleştirildiği belirtilmektedir” (Atalay, 2020b, s. 88). Bu bağlamda tıbbileştirmenin itici gücünün sağlık profesyoneli olmayan sıradan insanlar olduğu öne sürülmektedir (Conrad & Potter, 2000). Bu görüş toplumsal kontrolün tıbbileştirilmesi başlığı altında Talcott Parsons’ın fikirleri ışığında ele alınmaktadır.
2.4.1.1- Talcott Parsons ve hasta rolü kuramı
Parsons (1951) hastalığı sosyal karşılığı üzerinden, bireylerin sosyal yaşamda, kurumsal alanlarda kendilerinden beklenen performansı sergilemesini engelleyen bir sapma durumu olarak ele almaktadır. Böylesi bir sapma diğer sapma rollerinden farklı şekilde cezaya tabi değildir. Bireyin hastalanması durumu, bir tarafında doktor/uzman diğer tarafında hastanın bulunduğu bir hasta rolünün ortaya çıkmasına sebep olmaktadır. Hasta rolü hak ve sorumluluk eksenlerinde ortaya çıkmaktadır. Hasta rolü ile ilk olarak kişi normal yaşantısında taşıdığı sorumluluklardan muaf tutulur. İstirahat raporu ile kişilerin öğrencilik ya da iş sorumluluklarını yerine getirmemesi bu duruma örnek olarak gösterilebilir. İkinci olarak hasta kişi durumundan da sorumlu tutulmaz. Kişinin kendini belirli bir hastalık durumuna sokması onun sorumluluğu olarak görülebilse de kişi hasta olduktan sonra kendi kendine çözüm bulamayacağı düşünülerek durumundan sorumlu görülmez. Bu bağlamda hasta bireyden sağlık profesyoneline yönelik bir sorumluluk transferi gerçekleşmektedir.
Hasta kişi sorumluluklardan muaf tutulurken hasta rolünün getirdiği belirli yükümlülükler söz konusudur. Kişi hasta rolünün meşru bir temelde gerçekleşmesi için iyileşmeye yönelik bir çaba göstermelidir. Kişinin iyileşmesi için gerekenden uzun süre hasta rolünü oynamasına izin verilmez. Son olarak kişi hasta olduğunu kabul etmeli ve tedavi sürecinde doktorla iş birliği içinde olmalıdır (Parsons, 1951). Burası “hastanın hasta rolünün, hekimin tamamlayıcı bir rol yapısı içindeki rolüyle örtüştüğü” noktadır (Shilling, 2002, s. 624). Doktor bir eşik bekçisi konumunda, kimlerin hasta rolünü oynayabilir olduğuna karar verirken rolün kötüye kullanılmaması ve hasta kişinin tedavi protokolüne uyup uymadığı sağlık uzmanının gözetimine tabidir.
Tıbbileştirilen alanlar
Geçtiğimiz elli yıl içinde birçok yeni hastalık kategorisi ortaya çıkmıştır. Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu, travma sonrası stres bozukluğu, premenstrüel sendrom, tekrar eden eklem incinmesi yakın dönemde tıbbileştirilen bozukluk kategorileridir (Atalay, 2020a). “Miyaljik Ansefalomiyelit (Kronik Yorgunluk Sendromu)” ve “Munchausen by Proxy” sendromu yakın dönemde tanımlanan tıbbi sorunlar arasındadır (Morrall, 2009, ss. 117–118). “Çekingenlik, andropoz…iş yaşamında başarısızlık, dikkatsizlik, evlilik sorunları, fibromiyalji veya tıkınırcasına yeme bozukluğu gibi birbirinden farklı durumlar tıbbi rahatsızlıklar haline gelmiştir” (Birrer & Tokuda, 2017, s. 49). Tıbbileştirmenin dört temel kategoride gerçekleştiği söylenebilir.
İlk kategoride, geçmişte sosyal anlamda uygun görülmeyen ve toplumsal yaptırımlara konu olan sapma davranışları yer almaktadır. Sosyal normlara ters düşen yani sapkın davranış olarak görülen durumların günümüzde tıbbi bir karşılığı bulunur hale gelmektedir. Bu durum, ‘kötülükten’ hastalığa geçiş şeklinde, diğer bir deyişle geçmişte kötü görülen bir kişinin günümüzde hasta olarak görülmesi temelinde tanımlanabilir (Davis, 2010). Günümüzde bağımlılık olarak tanımlanan alkol, alışveriş, kumar gibi kompulsif davranışlar, agresiflik durumları sapkın davranışın tıbbileştirilmesine ilişkin örneklerdir.
Tıbbileştirmenin gerçekleştiği bir başka alan doğal yaşam süreçleridir. İnsan olmanın bir parçası olan çeşitli süreçler günümüzde tıbbın etki ve gözetim alanına girmektedir. İnsan yaşamının akışı içinde gerçekleşen yaşlanma, engellenebilir bir hastalık olarak görülürken kaçınılmaz olan ölüm de aynı şekilde tıbbi çözümlere konu olmaktadır. Doğal yaşam süreçleri, üreme ile ilgili mekanizmaları kapsadığı ve üreme toplumsal olarak her dönemde kontrol edilen bir alan olduğu için tıbbileştirilen alanlardandır. Hamilelik, doğum kontrol, kısırlık, doğum ve menopoz gibi tıbbileştirilen alanlar üzerinden gerçekleştirilen tıbbi kontrolün büyük ölçüde kadın bedeninin sosyal kontrolü ile ilişkili olduğu öne sürülmektedir (Atalay, 2023). Erkeklerin doğal yaşam süreçlerinin de andropoz, kellik ve empotans gibi tıbbi kategoriler temelinde tıbbileştirildiği öne sürülmektedir (Tiefer, 1994).
Üçüncü tıbbileştirme kategorisi gündelik yaşamın tıbbileştirilmesidir. Illich (1975) bu durumu kültürel iatrojenez kavramı temelinde tartışmaya açmıştır. Geçmişte gündelik yaşamın akışı içinde gerçeklen ve kültür üzerinden anlam kazanan “Üzüntü, utangaçlık gibi duygular ya da yas, görevlere yoğunlaşamama, yalnızlık gibi durumlar tıbbi çözümlere konu olmaktadır” (Atalay, 2023, s. 210). Burada tıbbileştirme bireylerin gündelik yaşamda göstermesi gerekli görülen performansın belirlendiği süreç haline gelmektedir. Örnek olarak “sosyal fobi tanı kategorisinin normal insan çekingenliğini tıbbileştirdiği” öne sürülmektedir (Burstein, Ameli-Grillon, & Merikangas, 2011, s. 917). Gündelik yaşamın tıbbileştirilmesi, bireyleri çevreleyen toplumsal koşulların ikincilleştirilmesi ve bu çevrenin yarattığı sorunların bireyselleştirilmesine sebep olabilmektedir (Busfield, 2017). Geçmişte küçük ve güven ilişkilerinin merkezi olduğu gruplar içinde yaşayan bireyler günümüzde oldukça karmaşık bir toplumsal yapı ile karşı karşıya kalmakta, birçok yabancı ile yüz yüze gelmektedir. Sosyal yaşamda ortaya çıkan sorunların anlamlandırılmasında sosyal çevrenin de göz önünde bulundurulması önem arz etmektedir.
Son tıbbileştirme kategorisi, tıbbi teknolojinin kullanımı ile ilişkilidir. ‘Biyo-tıbbileştirme’ olarak tanımlanan süreç içinde tıbbın bireylere daha ‘iyi’, daha ‘gelişmiş’ (enhancement) olmanın yollarını sunması durumu yatmaktadır. Günümüzde beden, tüketici seçimlerine tabi olan uygulamalar yoluyla değiştirilen, dönüştürülen üzerinde çalışılabilir bir alan haline gelmiştir. Stimülan, hormon kullanımı ya da gün geçtikçe büyüyen estetik cerrahi alanı biyotıbbileştirme ile ilişkilidir. Biyotıbbileştirme normalden de iyi olanın hedeflendiği bir toplumsal yapı ile ilişkilidir. Bu konuda Maturo (2012, ss. 129–130) şöyle demektedir: “Patolojilerin tıbbileştirilmesi ile normalliğin geliştirilmesi arasındaki çizgi belirsizdir; çünkü her iki kategoriye de tam olarak girmeyen, sınır bölgelerinde gerçekleştirilen eylemler mevcuttur. Dahası, bugün geliştirilebilir olarak görülen şeyin yarının patolojisi haline gelmesi muhtemeldir; bu da biyomedikal müdahalelerin gerekli olduğu alanın giderek genişlemesine neden olur”.
Kaynakça
Atalay, S. (2020a). Sosyolojik Perspektiften Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu: Tubbileştirme ve Farmasötikalizasyon Temelinde Kavramsal Bir Değerlendirme. Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, (65), 461–485.
Atalay, S. (2020b). Tıbbileştirme ve farmasötikalizasyon bağlamında dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu: Türkiye’de Web 2.0 içerikleri üzerinden bir değerlendirme. Içinde Medeni̇yet bağlaminda sosyoloji̇k çalişmalar (ss. 84–114). Ankara: İKSAD Yyayınevi.
Atalay, S. (2021). Neoliberal Yönetimsellik ve Performansın Tıbbileştirilmesi Bağlamında Ekşi Sözlük’te Ritalin Tartışmaları. Sosyoloji Dergisi, (41–42), 187–216.
Atalay, S. (2023). Eleştirel yaklaşımlar: Sağlığın Tıbbileştirilmesi ve Ticarileşmesi. Içinde M. Y. Alptekin (Ed.), Sağlık Sosyolojisi (ss. 193–214). Ankara: Nobel Yayınevi.
Ballard, K., & Elston, M. A. (2005). Medicalisation: A Multi-dimensional Concept. Social Theory and Health, 3(3), 228–241. https://doi.org/10.1057/palgrave.sth.8700053
Bell, S. E., & Figert, A. E. (2012). Medicalization and pharmaceuticalization at the intersections: Looking backward, sideways and forward. Social Science and Medicine, 75(5), 775–783. https://doi.org/10.1016/j.socscimed.2012.04.002
Birrer, R. B., & Tokuda, Y. (2017). Medicalization: A historical perspective. Journal of General and Family Medicine, 18(2), 48–51. https://doi.org/10.1002/jgf2.22
Björklund, A., Svensson, T., & Read, S. (2006). Holistic And Biomedical Concepts Of Health : A Study Of Health Notions Among Swedish Occupational Therapists And A Suggestion For Developing An Instrument For Comparative Studies. Scandinavian Journal of Occupational Therapy, 13(3), 141–150. https://doi.org/10.1080/11038120500527923
Bueter, A. (2017). Androcentrism, Feminism, and Pluralism in Medicine. Topoi, 36(3), 521–530. https://doi.org/10.1007/s11245-015-9339-y
Burstein, M., Ameli-Grillon, L., & Merikangas, K. R. (2011). Shyness versus social phobia in US youth. Pediatrics, 128(5), 917–925. https://doi.org/10.1542/peds.2011-1434
Busfield, J. (2017). The concept of medicalisation reassessed. Sociology of Health and Illness, 39(5), 759–774. https://doi.org/10.1111/1467-9566.12538
Capra, F. (1978). The new physics as a model for a new medicine. Journal of Social and Biological Systems, 1(1), 71–77. https://doi.org/10.1016/0140-1750(78)90019-2
Capra, F. (1986). Wholeness and health. Journal of Interprofessional Care, 1(2), 145–159. https://doi.org/10.3109/13561828609038132
Conrad, P. (1992). Medicalization and Social Control. Annual Review of Sociology, 18, 209–232.
Conrad, P. (2013). Medicalization: Changing Contours, Characteristics and Contexts. Içinde W. C. Cockerham (Ed.), Medical Sociology on the Move: New Directions in Theory (ss. 195–214). New York & Londra: Springer.
Conrad, P., & Potter, D. (2000). From Hyperactive Children to ADHD Adults : Observations on the Expansion of Medical Categories. Social Problems, 47(4), 559–582.
Davis, J. E. (2010). Medicalization, Social Control, and the Relief of Suffering. Içinde W. A. Cockerham (Ed.), The New Blackwell Companion to Medical Sociology (ss. 211–241). Singapore: Blackwell Publishing.
Descartes, R. (1996). Söylem, Kurallar, Meditasyonlar (çev. Aziz). İstanbul: İdea Yayınevi.
Dew, K., Scott, A., & Kirkman, A. (2016). Social, political and cultural dimensions of health. Switzerland: Springer International Publishing.
Furedi, F. (2006). The End of Professional Dominance. Society, 43(6), 14–18. https://doi.org/10.1007/BF02698479
Giddens, A. (2012). Sosyoloji. İstanbul: Kırmızı Yayınları.
Hafferty, F. W. (2006). Medicalization Reconsidered. Society, 43(6), 41–46. https://doi.org/10.1007/BF02698484
Ho, E. Y., & Bylund, C. L. (2008). Models of Health and Models of Interaction in the Practitioner – Client Relationship in Acupuncture. Health Communication, 23(6), 506–515. https://doi.org/10.1080/10410230802460234
Illich, I. (1975). Clinical Damage, Medical Monopoly, The Expropriation of Health: Three Dimensions of Iatrogenic Tort. Journal of Medical Ethics, 1(2), 78–80. https://doi.org/10.1136/jme.1.2.78
Illich, Ivan. (1976). Medical Nemesis: The Expropriation of Health. New York: Pantheon Books.
Longino, C. F. J. (1998). The Limits of Scientific Medicine. Journal of Health & Social Policy, 9(4), 101–116. https://doi.org/10.1300/J045v09n04
Maturo, A. (2012). Medicalization: Current concept and future directions in a Bionic Society. Mens Sana Monographs, 10(1), 122–133. https://doi.org/10.4103/0973-1229.91587
Morrall, P. (2009). Sociology and Health: An Introduction. London, New York: Routledge.
Navarro, V. (2009). What We Mean By Social Determinants of Health. International Journal of Health Services, 39(3), 423–441. https://doi.org/10.2190/HS.39.3.a
Parsons, T. (1951). The sick role and the role of the physician. American Journal of Orthopsychiatry, C. 21, ss. 452–460.
Shilling, C. (2002). Culture , the ‘ sick role ’ and the consumption of health. British Journal of Sociology, 4(53), 621–638. https://doi.org/10.1080/0007131022000021515
Tiefer, L. (1994). The Medicalization of Impotence : Normalizing Phallocentrism. Gender & Society, 8(3), 363–377.
Turner, B. S. (2011a). T1bbi Güç ve.
Turner, B. S. (2011b). Tıbbi Güç ve Toplumsal Bilgi (Ü. Çev.Tatlıcan, Ed.). Bursa: Sentez Yayıncılık.
WHO. (y.y.). Constitution. Tarihinde adresinden erişildi https://www.who.int/about/governance/constitution
Yorumlar